Kendi çocukluğumu hatırlıyorum, Ankara’nın hemen yanı başında küçük bir kasabada yaşıyordum. Elmayı, eriği ağacın dalında patatesi, yer elmasını toprağın bağrında tanıdık. Gerçi teknolojik araçlardan biraz uzaktık, nadiren yoldan bir araba geçecek olduğu zaman evimize yol alırdık hızla. Okulumuzun ağaçlarla dolu yemyeşil bir bahçesi, görünce saygı duyduğumuz öğretmenleri vardı. Onların vurduğu yerde gül bittiğini kabul eden, yaz tatilinde Kuran öğrenmek için bizi hocaya teslim ederken de eti senin kemiği benim diyen ebeveynlerimiz vardı. Mahalleden bir büyümüzü gördüğümüzde aileden birini görmüş gibi kendimize çeki düzen verirdik. Hani onlarda bir anne, baba, bir ağabey şefkatiyle yaklaşırdı bizlere. Kendimizi güvende hissederek, gecelere kadar oyun oynardık mahallemizin sokaklarında. Sevgiyi, saygıyı, insanlığı, bilgiyi ve görgüyü yani hayatı kitapta değil yaşayarak öğrenirdik.

            Gün değişti, devran döndü. Bizler anne baba olduk. Yaşadığımız mekânda büyük büyük binalar inşa edilirken ağaçlar yıkıldı. Etraf beton yığınına döndü. Bizlerin görünce kaçtığı arabalarla şimdi çocuklarımız okula gidiyor. Onları daha güzel bir gelecek elde etsinler diye adeta yarış atı gibi koşturmak zorunda kalıyoruz. Geçenlerde Allah’ın eşimle bana emaneti ve armağanı olan birinci sınıf öğrencisi biricik yavrum Abdulkadir’i sabah okula götürürken, onun gökyüzüne bakarak “keşke kuş olsaydım, ne güzel olurdu” dediği duydum. Niçin diye sorunca, cevabı yüreğime oturdu, kaldı: “Baba baksana kuşlar ne kadar da özgür uçuyorlar, hem de öğrenme zorunlulukları yok.” dedi. Evet, küçücük yüreğiyle nasılda özetleyiverdi her şeyi. Eve hapsedilen, mahallede gündüz gözü sokağa çıkmasına bile tedirginlikle izin verilen bir çocuk dünyası. Sanal bir âlemde oyununu bile internet üzerinden oynayan çocuklarımızın dünyasını bir düşünelim. Çocuklarımızın derslerine gelince, yaşlarından büyük bir sınav hazırlığı mücadelesinin içine girmiş durumdalar daha oyun çağı yaşlarında. Mütefekkir Erol Güngör gibi “kim acıyacak bu çocuklara” diyesim geliyor içimden. Aman Mustafa Bey, ne acıması bu devirde, dendiğini de duyar gibi oluyorum. Yine de hey gidi dünya kime kaldın ki diyesim geliyor içimden. Bizim çocukluğumuz nerde, çocuklarımızınki nerde? Kısacası maazallah âdete şairin dediği gibi “bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete”. Allah sonumuzu hayır getire.    

 Okunma Sayısı : 1048         23 Ocak 2017