Lise tahsilimin son yılı olan 1988’in bir Ramazan akşamıydı. O akşam iftara davet edilmiştim ve davetin önemli konuğu Muhsin Başkan idi. Bizlerle tanışıp sohbet edecekti. Onu ilk defa orada gördüm. Her türlü eza, cefa ve işkence altında yıllarını“Taş Medrese Yusufiye’de” geçirerek henüz dışarıya çıkmış olmasına rağmen, vatanına ve milletine olan hizmet aşkından hiçbir şey kaybetmediği, çevresindekilere enerji aşılayan heyecan dolu bakışlarında saklıydı. Aradan geçen zaman zarfında bu enerjisini kaybettiğine hiç şahit olmadım. Çaresiz bırakılmak istendi, yalnızlığa mahkûm edilmeye çalışıldı, lakin o hep umut ve azim doluydu. Çünkü onun için hayatın manası “emaneti şerefle taşımaktı”. Hep bu varoluş gayesini düşüncesine, gönlüne ve davranışlarına hâkim kıldı. İnsanınYaratanı ile bağının koparılarak bireyselleştirilmesine, toprak parçasının vatanlaştırılmasını sağlayan değerlerin aşındırılmasına, kumaş parçasının bayrak haline dönüşümünü sağlayan değerlerin yok edilmesine karşı verdiği mücadele,bu varoluş gayesinden beslendi. Muhsin Başkan, siyaseti hep bu kaynaktan beslenerek yaptı. Siyaset onun için hiçbir zaman amaç olmadı, hep araç oldu. Kendisine “Başkanım dini grupların birçoğu bize oy vermemesine rağmen siz niçin halen onları sevdiğinizi söylüyorsunuz” dendiğinde,“ben onları bize oy verip vermediklerinden dolayı değil, vatana ve millete hizmet ettiklerinden ötürü seviyorum” diyebilmesinin özünde, dava adamlığı şuuru yatmaktaydı. İşte bu dava adamlığına adanmış ruha sahip olması nedeniyle “tarikat tevazu, siyaset hava ister”derken bile, siyaset sahnesinde hep tevazu gösterdi. Siyasette ilkeli, seviyeli, dik duruşu ile kahtı rical eksikliği çekilen her ortamda sorumlu devlet adamlığı kimliği ile şahsi vesiyasi ihtirasına yenik düşmedi. Muhsin Başkan “Ruh bir saniyeliktir, küf dedi mi gitti, bununda nerede geleceği, nasıl geleceği, ne şekilde yakalayacağı belli değil. Bir saniyenize bile hâkim değilsiniz, bir saniyesine bile hâkim olmadığınız, hükmedemediğiniz bir hayat için, bir dünya için, bu kadar fırıldak olmanın anlamı yoktur. Düz yaşayacağız, düz duracağız, düz yürüyeceğiz, dik duracağız, doğru gideceğiz” dedi ve hep de öyle yaptı.
Her zaman büyük düşünen Muhsin Başkan aynı amaç uğrunda, aynı ruh ikliminiteneffüs etmek çok güzeldi, lakin zaman bir yudum su misali, bir solukta gelip geçti ve ansızın “Sonsuzluğun Sahibi” 0nu bizim yanımızdan çekerek, kendi yanına aldı. Hüznümüzüntarifi belki kelimeleri sığmayacak gibi, sanki omuzlarımız bu yükü çekmekte zorlanacak gibi, lakin inanan insanlarız, sabır edeceğiz. Büyüklerin dediği gibi “sabır acıları unutmak değil katlanmasını öğrenmektir”. Zaten oda öyle derdi:“Her türlü sıkıntıya sabretmek gerekir” diye. Ömrü hep sabırla geçti, dervişane bir ruhla hep tevekkül içinde yaşadı. Milleti için hep öne atıldı. Hücrelerde yıllarını milletinin geleceği uğruna geçirdi ve yine millete hizmet yolunda, karlı dağların başında çok sevdiği Rabbine ruhunu teslim ederken, sevenleri onu gözyaşları içinde hep umutla bekledi ama o bir türlü dönmedi. Hain tertiplerin kahpe tuzaklarında şehadet makamına ererken beyaz kar örtüsü günlerce üzerini örterek tertemiz kefen gibi onu sardı, kavuşmanın ahir hayatta kaldığı gerçeğini yavaş yavaş kabullenmek bize düştü. O şimdi çok sevdiği Rabbine kavuşarak arkasından örnek alınması gereken tertemiz bir hayat ile ulvi bir dava bıraktı ve ilahi bir gerçeği bize tekrar hatırlattı “İnnalillahi ve innaileyhiraciun”.
Gönül dostu yiğit insan “21. YüzyılınAlpereni” yolun yolumuz, izin izimizdir, ruhun şad mekanı cennet olsun inşallah.
Okunma Sayısı :
688
19 Kasım 2018