Maddi açıdan bedenen kendini daha ileri atmak isteyen insan, geriye doğru gerilip güç alarak ileriye doğru bir hamle ile harekete geçer. İstediği sonucu alabilmesi için böyle yapması maddi alemdeki “ilahi nizamın” bir gereğidir. Yine insan manevi olarak mütekamil bir noktaya varmak istiyorsa, ilk önce özüne doğru derinleşmeli ve oradan aldığı güçle ruhen sosyal hayatta ahlaken yükselmelidir. Böyle yapması başarıya ulaşması için manevi alemin tezahürü olan “içtimai nizamın” bir gereğidir.
Kadim medeniyet tasavvurumuzda “ilahi nizamın” insan tarafından idraki ve bu idrakten beslenerek “aklı” ile tesis ettiği “içtimai nizamın” birbirinin mütemmim cüzü olduğu “nizamı alem” idealiyle ifade edilmiş, “mülk-ü millet” ve “din-i devlet” anlayışıyla hayata geçirilmiştir. Nizamı alem idealini medeniyet tarihimizde hayata geçiren insan tipinin temel dayanak noktası yaratılışındaki “fıtrat” geri kalan ise “tevekkül” anlayışı çerçevesinde ortaya koyduğu kararlı “irade”dir. Bu insan tipine kadim medeniyeti anlayışımızda “AlpEren” denilmektedir.
AlpErenleri Türk tarih boyunca kimi zaman, Sultan Alparslan gibi beyaz elbisesini kefen niyetine giymiş askerlerinin önünde çoşkuyla hitap ederken Anadolu’nun maddi fetihini gerçekleştirmek için Malazgirt’te savaş meydanında, kimi zaman Yunus Emre gibi ölünce kefen olarak kullanılan beyaz sarığını başına sararak yollara düşmüş insanların aşka susamış gönüllerine hitap ederken Anadolu’nun manevi fethini gerçekleştirmek için uçsuz bucaksız bozkırlarda, kimi zaman ise Ahi Evren gibi ahlakla beslenerek yoğrulmuş emeğe dayanan iş ahlakını gençlerde içselleştirerek Anadolu’nun maddi ve manevi fethini pekiştirmek için bedestenlerde görebiliriz.
Nizam-ı Alem davası kuru bir cihangirlik davası değil, maddenin mana ile kuşatılarak ilahi anlam kazandığı bir medeniyet inşasının adıdır. Anadolu coğrafyası bu medeniyetin mayasının yoğrulduğu manevi teknenin adıdır. Hanefi fıkhı, Maturidi itikadı ve Yesevi ahlakına içeren maya Maveraünnehir’den getirilmiş, Anadolu’da mayalanarak adalet, güven ve hoşgörü esasına dayanan Türk-İslam medeniyeti olarak kurumsallaşmış ve yüzyıllarca mazluma umut, zalime korku salmış, insanlığa hakim ve hadim olmuştur.
Gün gelmiş insan kalitesine dayanarak işleyen Türk-İslam medeniyeti zaafiyete uğramış, yorgun düşmüş ve dış dünyada meydana gelen değişimlerin etkisi ile de günlük hayatın akışına yön veremez hale gelmiştir. Ancak her geçen gün Nizamı bozulan Alem, Türklerin kadim medeniyet anlayışının özü olan “Nizam-ı Alem ve AlpEren” insan zihniyetinden umudunu hiçbir zaman kesmemiştir. Bilge insan Aliya İzzetbegoviç’in veciz sözü bu durumu özetler mahiyettedir:“ Tabuta konmuş olsa da toprağa gömülmediği sürece Türk tek güvencemizdir…”. Bu hakikatin farkında olan emperyalist güçlerin en büyük teorisyenlerinden biri olan Arnold Toynbee 1950 yılında Kaliforniya Üniversitesi’ne yazdığı bir makalede özetle “İslami anlayışları Güney Müslümanlığı ve Kuzey Müslümanlığı olarak tasnif etmiştir; Güney Müslümanlığının Selefi, Mutezile ve Eşari akaidine dahil olduğunu ve Batı için tehdit teşkil etmediğini yapısı itibari ile kontrol altına alınıp kullanılabileceğini belirtmiştir; Kuzey Müslümanlığı olarak ifadelendirdiği Buhara-Semerkant-İstanbul eksenindeki İslam anlayışının ise Batı için halen tehdit oluşturduğunu mutlaka kontrol altına alınması gerektiğini ifade etmiştir.” Aslında Toynbee’nin Kuzey Müslümanlığı diye tarif ettiği coğrafya Hanefi fıkhı, Maturidi itikadı ve Yesevi ahlakının hakim olduğu, tarihte AlpEren insan tipi ile Nizamı Alem idealini hayata geçeren Türk coğrafyasıdır.
Bugün, Buhara-Semerkant-İstanbul hattındaki yani diğer bir ifadeyle İpek Yolu üzerindeki coğrafyada bağımsız Türk Devletleri mevcuttur. Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Balkanlar’da Müslüman halkların Türkiye’den beklentileri üst seviyededir. Dünyada taşların yerinden oynayarak yeni bir düzenin tesis edilmesi için çok kutuplu güç merkezlerinin yoğun bir mücadeleye girdiği günümüzde, tarih Türkiye’nin önüne “Yeniden Nizam-ı Alem” idealini koymuştur. Ülkemizde siyasi iradeye düşen en büyük görev ve sorumluluk bu ideale uygun kültürel, sosyal, ekonomik ve siyasi stratejileri belirleyip, hareket kabiliyeti yüksek Türk Milletini mobilize ederek akıllı bir şekilde bu stratejileri uygulamaya koymaktır.
Okunma Sayısı :
2390
19 Kasım 2018