Dünya siyasetine yön vermek Ortadoğu üzerinde söz sahibi olmaktan geçmektedir. Başta Amerika, Rusya, İngiltere, olmak üzere perde arkasından İsrail’in dış politika noktasındaki tüm gayreti, Ortadoğu’ya hakim olmak üzere kurgulamaktadır. Ortadoğu’nun zengin yeraltı kaynakları ve jeopolitik konumundan faydalanmak isteyen emperyal güçlerin elindeki en tehlikeli silah, bölgenin aslında bir zenginlik olarak görülmesi gereken farklı yapıdaki dini, mezhebi, etnik ve kültürel dokusunun sanki bir çatışma unsuru gibi bölge insanına kabul ettirilerek medeniyet içi bir çatışma oluşturma potansiyelidir. Böyle bir çatışmadan doğacak boşluktan böl, parcala ve yönet stratejisi ile bölgeye hakim olmak isteyen emperyal güçlerin, bu taktiklerinde bugün ateş topuna dönen bölgeye bakıldığında, kısmende olsa emellerine ulaştıkları ortadadır.
Ortadoğu coğrafyası Türkiye, İran, Afganistan’ı içine alan “Türk-İran Havzası”, Suudi Arabistan, Bahreyn, Birleşik Aran Emirlikleri, Kuveyt, Umman, Katar ve Yemeni içine alan “Arap Yarımadası”, Irak, Lübnan, İsrail, Ürdün, Suriye’yi içine alan “Hilali Münbit” ve Afrika kıtasındaki “Mısırdan” oluşan dört bölgeden meydana gelmiştir. Aslında bölge 20. Yüzyılın başlarında Osmanlı Devleti’nin sonrasında emperyal devletler tarafından cetvelle çizilen suni sınırlarla birbirinden ayrılmış ve irili ufaklı devletlere parçalanmış daha sonra da İsrail’in habis bir ur gibi yerleştirildiği bir coğrafyadır. Bugün emperyal devletler tarafından enerji politikalarına ve İsrail’in güvenlik problemine dayalı olarak yeniden dizayn edilmek istenen bölgede, sahnelenmek istenen oyunlara direnecek iki ülke, İran ve Türkiye’dir. Ancak Türkiye’nin İran’dan farklı olan yanı direnme kabiliyetinin yanısıra tertip edilen oyunları bozacak ve yeni oyun kurabilecek güce de sahip olmasıdır.
Fırat Kalkanı Operasyonu ile başlayan, El Bab hamlesi ile rayına giren, Kerkük’teki sözde referandum sonrasında Barzani’nin geri adım artırılması ile istikrar kazanan ve bugün Afrin’e yapılan Zeytin Dalı Harekatıyla kararlı duruşu dönüşen yarın da Münbiç yolundayız denilerek meydan okumaya doğru giden süreç, Türkiye’nin bölgede artık figüran değil aktör olarak sahaya indiğini gözler önüne sermektedir. Türkiye’nin bir plan çerçevesinde “süreç odaklı” tüm bu hamleleri aslında bölgede artık “sonuç odaklı” stratejileri hayata geçirdiğini bize haber vermektedir.
Türkiye’nin jeopolitik konumu, bölge halklarıyla olan kültürel derinliği, köklü devlet geleneği ve insan unsuru ile son yıllarda savaş teknolojisinde sağladığı ilerleme ile dışa olan bağımlılığı azaltması neticesinde elde ettiği güçle sahaya inmesi, Ortadoğu’daki tüm dengeleri sarsabilecek mahiyettedir. Bu hakikatin farkında olan bir siyasi irade ile üretilecek dış politikanın etrafında kenetlenen milletinin gücünü arkasına alan Türk Devletini durdurmaya, ne sadece hainler öldürüldüğü zaman sahneye çıkarak savaşa hayır tiyatrosu sahneleyen içimizdeki sözde uyduruk sözde stk’lar aydın ve sanatçılar ne de onların ipini elinde tutan ağababalarının gücü yetmeyecektir.
Netice itibarı ile birileri Türk’e kefen biçmeyi göze alıyorsa, ölümlerinin de korkunç olacağını hesap etmelidirler. Bugün Afrin’de düştükleri durumda bunun bir tezahürüdür. İçimizde zihinlerini satmış olarak emperyal güçlere uşaklık edenler ilk önce bize kefen biçmeye çalışanlara dönerek savaşa hayır desinler de, samimiyetlerine inanalım; yoksa nefsi müdafa yapan asil ve
Okunma Sayısı :
663
19 Kasım 2018