Saygıdeğer Davetliler
Sevgili Alperenler,
Bugün cennet vatanımızın güzel şehirlerinden biri olan, havası gibi insanı da sıcak kanlı Adıyaman’ımızın güçlü sivil toplum örgütlerinden biri olan Alperen Ocakları Adıyaman Temsilciliğinin “Mazlum Coğrafyaların Beklediği Kahramanlar Alperenler” konulu seminerine davetli olarak aranızda olmaktan bahtiyarım. Hepinizi saygı ve sevgi ile selamlayarak sözlerime başlamak istiyorum.
Sevgili Alperenler,
Dünyanın ve özelikle gönül coğrafyamızın kan gölüne çevrildiği bir ortamda bu zülümden mazlumları çekip çıkartacak kahramanlara ihtiyaç duyulduğu açık beyan ortadadır. İnsan olmanın hakikatine eren şahsiyetlerin ancak bu kutlu davayı omuzlayabileceği de aşikardır.
Sevgili Alperenler
İslam inancında insan oğlu dünya hayatında “zaman” ve “ mekan” ile sınırlandırılmış bir “imtihan” sürecindedir. Bu hakikat Kuran-ı Kerim’de cennetten çıkarılan Hazreti Adem ve eşi kastedilerek “… sizin için yer yeryüzünde belli bir süre barınak ve yararlanma vardır” ve “… tarafımdan size bir yol gösterici (peygamber) gelirde kim ona uyarsa onlar için herhangi bir korku yoktur, onlar üzülmeyecektir” ayetleri ile ifade edilmiştir. Geçici bir ikametgah olan dünya ile ilgili bu hakikat karşısında insan ve dolayısıyla toplumlar kendilerini konumlandırma ihtiyacı hissetmişlerdir. Kadim milletlerin başında gelenlerden biri olan Türk Milleti de, bu ihtiyacı hisseden toplumlardan biridir. Mekan ile ilişkinde “ kızıl elma” ideali ile hep akıcı, dinamik, göçebe bir ruha sahip olan Türkler, mekan üzerindeki akışı “nizamı alem” ile ifadelendirerek, bu düzeni tesis noktasında ise “devleti ebed müddet” ideali ile kalıcı yapılar oluşturmayı hedef almıştır.
Türkler, ata yurtlarında dış baskılar sebebiyle kendilerini devamlı “tehdit” altında hissetmiş, coğrafyalarındaki
iklimin kurak olması ve ekonomik sebebler nedeniyle gelecekle ilgili “kaygı” duymuş ve istikbale “güven” içinde ulaşmak için yeni bir kapı aralama adına “arayış” içine girmişlerdir. Bu psikolojik ve sosyolojik ortam, ata yurt Türkistan’daki aksiyoner öncüleri “merak” içinde arayışa itmiş ve “İslam” inanç değerlerinin sunduğu açılım imkanını kullanarak, hayata karşı bir duruş ortaya koymuşlardır. Bu duruşun, istikbale kapı aralamak için ürettiği göçebe ruh iklimine dayalı insan modelinin adına “alperen”denir. Diğer bir ifade ile Alperenlik, Türkistan’daki
“ aksiyoner öncülerin” kendilerini hayata karşı konumlandırırken zihinlerinde başlattıkları, daha sonra da eyleme dönüştürdükleri “fetih ruhuna” dayalı bir yaşam felsefesidir. Alperenliğin düşünce yapısının oluşmasında yaşanılan mekanın şartları ve inanç değerlerinin derin bir etkisi vardır.
Sevgili Gençler
Türklere istikbalde yeni bir kapı aralamak için yola çıkan alperenler, “dik durmak, düz yürümek ve doğru olmak” manasına gelen “istikamet” sahibi şahsiyetlerdi. İstikamet sahibi olmak ise “bilgi” ile donanmayı gerektirmekteydi. Zira “güç” sahibi olmak bilgiden geçmekteydi. Bilginin güç ve gücün bilgi ile olan irtibatı “sevgi” ile sağlanmazsa etkileşimden ortaya çıkan sonuçun insanlığa huzur ve güven getirmeyeceğinin idrakinde olan Alperenler, madde ve mana arasındaki ilişkinin bir denge içinde sürmesini sağlayan sünnetullahı muhafaza etmeyi hayat düsturu olarak benimseyen sevgi dolu insanlardı.
Alperenlerce, yaratılanı yaşatmak en büyük değer kabul edilmiş, bu değeri yaşatmanın yolunun bilgiye dayalı sevgiden geçtiği önemle vurgulanmıştır; bilgisiz sevginin, insanı bırakın yaşatmayı, insanlık onurundan çıkarıp maddeye esir ettiği hatta daha da kötüsü insanı insana köle etmeye kadar taşıyıp insanın “imhasına” sebebiyet vereceği hatırlatılmış; yine sevgisiz bilginin de insanı canavarlaştıracağı ve aklını putlaştırarak vicdanı köreltip insanlıktan “ilgasına” sebebiyet vereceğine dikkat çekilmiş; netice itibari ile Alperenlerce sevgi bir hayat düsturu olarak kabul edilerek yüzyıllarca yaşanmış ve yaşatılmıştır.
Alperenlik düşünce sisteminin yüzyıllar boyunca yaşayarak günümüze kadar izlerinin gelmesi ve bir maya hüviyetinde varlığını devam ettirmesinin en büyük etmenlerinin başında kullandığı duru ve sade Türkçe gelmektedir. Milletlerin davranış özelliklerinin tarihsel süreç içerisinde aktarımını sağlayan en büyük unsur dildir, aynı dili konuşan fertlerin ortak toplumsal davranış örüntüsünün dahilinde hareket ettikleri düşünülürse, Türklerin ata yurdu Türkistan’dan Ahmet Yesevi’nin tutuşturduğu Alperenlik ruhunun, Anadolu’ya Yunus Emre gibi şahsiyetler ile yansımasında ve hayat bulmasında en önemli araç sade ve duru bir şekilde kullanılan Türkçe olmuştur. Zira dil, düşüncenin ikametgahıdır. Milletler, ortak duygu ve değerlerini dil üzerinden tesis ederler. Bu kapsamda Alperenlik düşünce sistemi Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar geniş bir coğrafyada Türkçe üzerinden kendini inşa etmiştir.
Sevgili Gençler
Bugün tarihi süreç içerisinde alperenlerin ayağını bastığı ve Türk-İslam medeniyet anlayışının yeşererek huzur ve güven dağıttığı coğrafyalarda zülüm, kan ve gözyaşı hakimdir. Diğer bir ifade ile bu huzur beldeleri tabir yerinde olursa adeta kayıp coğrafyalara dönüşmüştür. Emperyalist güç odakları tarihi yaşanmışlıkların tekerrür etmesinin önüne geçmek için her türlü imkanı seferber ederek Türk milletini Anadolu coğrafyasında hapsederek beka sorunu ile karşı karşıya bırakmak istemektedir. Türklerin mazide ata yurtlarında olduğu gibi günümüzde de anayurtları Anadolu’da istikballeri için endişe duyarak kaygılanması, aslında yeni bir diriliş hamlesi yapma imkanını sağlaması bakımından önemli bir gelişmedir. Çünkü böyle bir sosyo-psikoljik ortamda Türkler birlik, beraberlik ve huzurlarını temini
adına güvenli bir alan oluşturmak için harekete geçecektir. Bu noktada yapılması gereken açık ve nettir: Alperen insan modelinin yeniden ihyasıdır. Bu vesile ile kutlu neslin yetişmesi için ömrünü adayan ve bizim kuşağımızın üzerinde büyük emeği ve hakkı olan 21. Yüzyılın Alpereni Muhsin Başkanımızı rahmet, minnet ve şükranla anıyorum. Bugün bu neslin yetişmesi için ortaya koyulacak diriliş hamlesi, mazlum coğrafyaların beklediği kahraman Alperenlerin tarihte inşa ettiği kutlu medeniyetin yeniden inşası için ilk tuğlayı yerine koymak manasına gelmektedir.
Sevgili Gençler
Alperenlik, “Maturidi, Hanefi ve Yesevi zihniyetinin” ete kemiğe bürünerek hayat bulması demektir.
Matüridilik sosyal, kültürel, felsefi boyutu olan dini ve fikri bir düşünce sistemidir. Belirli bir amaca göre birbirinin mütemmim cüzü olan fikri bir örgü ve bunun üzerine temellendirilen dini bir öğreti içeren Matüridilik, bir ilkeler manzumesidir. Tarih boyunca kültürün önemli bir boyutunu oluşturan dini birikimlerin, belli bir süreden sonra donuklaşarak zamanla bozulması neticesinde müntesiplerini nefes alamayacak hale getirmesine fırsat vermeyecek yegane bakış açısı, günün bilim ve teknolojik gelişimine ayak uydurarak yeniliğe ve değişime açık olmaktan geçmektedir. Tarihi çizgiyi muhafaza ederek gelişimi ve yeniliği temin etme açısı içinde olmak, toplumların aslını yitirmedim var oluşunun temel koşuludur. Bu temel koşulları Türk düşünce hayatında Ebu Hanife’nin (MS.Ö. 757) “hukuki düşünce ve içtihat metodu” ile Maturidi’nin (MS.Ö. 950) “tevilciliğinden” oluşan düşünce sistemi sağlayacak güçtedir.
Matüridilik, aklı ve sağduyuyu önceleyen bir anlayışla dinin, milli kültürle kaynaşmasını temin eden, böylece İslam ümmetinden olan ancak farklı kültürlerden beslenerek İslamı yorumlayan toplumların, birbirinin farklılıklarını bir çatışma unsuru olarak görmemesini, tam aksine bir zenginlik olarak algılamasını sağlayan bakış açısını bünyesinde barındıran bir düşünce sistemidir. Ehli sünnet çerçevesinde Maturidi düşence sistemine dayanılarak meydana gelen ahlaki yapı ve inanç ilkelerinin etrafında ortaya koyulacak olan metafiziksel çerçeve, tüm İslam ümmetini farklılıklarına rağmen kuşatacak bir genişliğe sahiptir. Tarihte Osmanlı Devleti’nin, bu anlayıştan beslenerek ortaya koyduğu adalet, güven ve hoşgörü esasına dayalı, insanı yaşatılması gereken en değerli varlık olarak gören, İbrahimi Milletleri ise hayırda ve güzel işlerde yarışması için Allah’ın yarattığı toplumlar olarak kabul eden bir medeniyet tasavvurunun başarı hikayesi, bu hakikati doğrular niteliktedir.
Sevgili Gençler
İyi kötüden, doğruyu yanlıştan, güzeli bayağıdan, “tefrik etmeye” yarayan en büyük nimet “aklı” kullanarak İslam dininin günlük hayatta karşılaşılan “ameli” sorunlara cevap verebilmesi için hukuki düşünce ve içtihad metodunu ortaya koyan İmamı Azam Ebu Hanife; dinin kültürle uyum içinde “terkip” edilmesi için “aklı” kullanarak “akidevi-inanç” konularında “tevil” edilmesini bir metod olarak ortaya koyan Ebu Mansur Maturidi; İslam dininin inanç ve ibadet boyutunun içselleştirilerek bir “ahlak” anlayışının doğmasına vesile olan Piri Türkistan Ahmet Yesevi ile bir bütünün mütemmim cüzü tamamlanmış ve Türk düşünce sisteminin “inanç, ibadet ve ahlak” bütünlüğünü bünyesinde barındıran “Alperen” insan tipi doğmuştur.
Sevgili Gençler
Son sözlerim olarak, bugün insanlığın ihtiyaç duyduğu güven, adalet ve huzuru temin edecek dini düşünce sisteminin özeti Hanefi-Maturidi-Yesevi zihniyetinin bünyesinde mevcuttur. Bu zihniyeti tesis etme görevi ise Türkiye Devletinin görevidir. Şurası muhakkak ki dünyanın dört bir köşesindeki mazlum milletler, bu görevin yerine getirilmesini umut ve heyacanla beklemektedir.
Sevgili Gençler
Siz gençlere düşen ise bu kutlu dava uğrunda kendini yetiştirerek yola revan olmaktır. Zaten dünyevi arzu ve heveslerin zirve yaptığı bir ortamda tüm bu olumsuzluklardan sıyrılarak bugün burada bu konuları konuşuyor olmanız bile bu gayretin içinde olduğunuzun en büyük göstergesidir. İyi ki varsınız. Sizin bu azminizi gördükçe istikbale dair olan beklentimiz umutla yeşermektedir. Beni sabırla dinlediğiniz için sağ olunuz, var olunuz.
Okunma Sayısı :
671
04 Aralık 2018