Bugün yaşadığımız iç sancılarımız, ülkemizi ve insanımızı manevi olarak yorsa da, Türkiye'yi dışarıdan gözlemlediğimizde sömürü düzeninin devam etmesini isteyen milletleri kaygılandırırken, mazlum milletlerin umudu haline gelen bir algıya/vizyona sahip olduğu gözükmektedir. Bu pozisyonun arka planında yurt edindiğimiz bölgenin stratejik konumu önemli yer tutmaktadır. Medeniyetlerin kesiştiği kavşakta bulunması, Osmanlı Devleti ve medeniyetinin varisi olması, genç ve dinamik bir nüfusu bünyesinde barındırması, Türkiye'ye 21 yüzyılda uluslararası arenada bir imkân/alan açmaktadır. Türkiye'nin, önündeki bu imkânın avantaja çevrilmesi, Anadolu coğrafyasındaki siyasal toplum ve sivil toplumun omuzlarına yüklenmiş ağır bir sorumluluktur. Bu sorumluluğu yerine getirebilmenin başlangıç noktası, yetişen nesillerimize yaşadığı çağa, özgün diliyle kendi çağrısını iletebileceği imkânı ve beceriyi kazandırabilecek bir "Milli Eğitim sistemi" ve "Milli Eğitim müfredatı" hazırlamaktan geçmektedir.

Aslına bakıldığında eğitimde yenileşme çabalarının serüveni, Osmanlı Devleti'nin son dönemlerine kadar uzanır. Osmanlı'nın son dönemlerinden itibaren başlayan eğitimde yenileşme çabaları, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti döneminde de devam etmiştir. Bu dönemde Batı'nın üretim tarzını almayı hedefleyen bir çağdaşlaşma projesi olan "modernleşme" yerine, bir toplumun kültüründe/kimliğinde değişimi esas alan "Batılılaşma" tercih edilmiştir. Batılılaşmayı hedef olarak belirleyen resmi ideolojiyi temsil eden "merkezi irade" maalesef ki milletimizin ruh köklerine inemeyen, adete onun kültürünü/kimliğini göz ardı eden bir paradigma ile Milli eğitim müfredatını hazırlamıştır. Zaman içinde toplumsal dinamiklerin etkisiyle bu işleyiş değişiklik sürecine girmiştir. Bugün okul sayısının artmasına paralel olarak derslik sayısının artması; sınıfların akıllı tahtayla birlikte öğrencilerin daha fazla öğretmenle buluşması; bütçede en fazla payın eğitime ayrılması, takdire şayan fevkalade gelişmeler olmasına rağmen; kısmen restore edilse de "küresel iradeyle" beslenen "merkezi iradenin" darbe dönemleriyle pekiştirilen ders müfredatlarının izleri, halen hayatımızda, sınıflarımızda ve eğitim sistemimizde kendini hissettirmektedir.

Bir derse has olarak çizilen çerçeve hedefleri içeren plana “müfredat” denir. Bir ülkede verilen eğitimin geneli açısından çizilen çerçeve hedefleri içeren plana ise “Milli Eğitim müfredatı” denir. Milli Eğitim müfredatı sağlam bir zemin üzerinde inşa edilmelidir. Yani “kanuni olan”, “genel temsil gücü” ve “kabul edilebilirliği bulunan” anlamına gelen “meşru” bir zemin üzerinde yükselmelidir. Çünkü bir milletin geleceği olan nesillerin, eğitimi açısından bir “istikamet taşı” belirliyorsanız, “müfredatının meşruiyetini” hangi irade de aradığınız önemlidir. Bu noktada dikkate alınması gereken muhatap “toplumsal irade” olmalıdır. İşte o zaman “meşruiyet ekseninde reforme edilmiş bir müfredat” oluşumuna kapı aralanmış olacaktır. Günü kurtarmaya yönelik stratejik perspektiften uzak hamleleri içeren değişim girişimlerinden ziyade, kadim medeniyet tasavvurumuz çerçevesindeki tarihi tecrübelerimizi ve irfani birikimimizi müfredatımızın ana düşüncesine yerleştirerek, toplumun tüm kesimlerini kapsayan, onların taleplerini dikkate alan bir “müfredat reformu” yapılmalıdır. Yani artık "ideolojik müfredattan" izlerinde arınıp, tamamen "pedagojik müfredata" geçilmelidir.


Pedagojik müfredat ne anlama gelmektedir? Pedagojik müfredatın özünde eğiten ile eğitilen arasındaki her türlü baskı ve hiyerarşik ilişkiyi ortadan kaldırmak, eğitimde fertleri özne konumunda kabul etmek, toplum dikkate alınarak, onun taleplerini karşılayan içeriği sahip olmak; bu kapsamda milletimizi tarih ve kültürü ile barışık, aynı zamanda muasır medeniyetle diyalog içinde olan, evrensel düzeyde kültür ve eğitim merkezlerine sahip, yenilikçi eğitim sistemlerini içselleştirmiş, ortak akıl ile üretilmiş bir yapıda olma özelliği vardır.

Netice itibariyle bugün artık medeniyetlerin buluştuğu bir coğrafyada bin yılı yakındır hüküm süren ve Osmanlı Devletinin medeniyet mirasına sahip bir milletin, bu tarihi arka planıyla örtüşen “gelecek tasavvurunu” inşa etmek ile mükellef Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bu hedefi gelecek nesillere aşılama ve taşıma adına Milli Eğitim sistemi ve Milli Eğitim müfredatında bir "eğitim reformuna" gitmelidir. Bu çerçevede umudumuz o ki yeni kurulacak Hükümetin dikkatle üzerinde duracağı konulardan biri de “eğitim reformu” olacaktır.


 Okunma Sayısı : 641         13 Kasım 2018