Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Afrin’de başlattığı harekâtla terörü sınırlarımız dışında kurutmaya çalışırken, içeride Arena Spor salonunda bölücüler toplanıyor ve Afrin’deki sözde direnişe selam gönderiyor. Amerika gâvurluğunu yaparak yanıbaşımızda bölücüleri silahlandırırken, mazlum diyerek her türlü sıkıntıyı göze alıp yardım yapmaya çalıştığımız Filistin’in, en güçlü yapılarından Filistin Kurtuluş Örgütünün temsilcisi, HDP kongresinde Türkiye’yi Afrin’e girdiğinden dolayı işgalci İsrail’e benzetiyor. İran’nın durumu zaten malum. Tüm bu tablo ortasında Türk Devleti, şanlı tarihimizde olduğu gibi milleti ile yekvücut olmuş mücadele veriyor. Verilen bu mücadelenin çok uzun süreceği muhakkaktır. Gençliğimizi bu mücadelenin idraki ile yetiştirmemiz gerekmektedir. Milli eğitim sistemimizi sağlıklı bir işleyişe oturtmamız gerekmektedir.

Eğitimin sorunlarının en büyük kaynağının okul yapısından kaynaklandığı açıktıktır. Nesillerimizi okullarda kaybettik tekrar okullarda bulmamız gerektiği peşinen kabul edilmelidir. Hafta başı bir okulda öğretmen ile öğrenciler arasında geçen ve sosyal medyaya akseden nahoş diyaloga bakınca bu tespitin ne kadar haklı olduğu görülecektir. Bu kapsamda nasıl bir okul istediğimizi madde madde sıralayalım.

Okullar, öğrencilerde öğrenmeye karşı merak uyandıran bir süreç takip etmelidir. Bunun yolu da okul ile hayatı iç içe geçirmektir. Okulu sadece akademik başarının elde edileceği mekânlar haline getirmek, bu sürecin önüne çekilebilecek en büyük settir.

Okullar, fırsat eşitliğinin tesis edildiği mekânlar haline getirilmelidir. Fırsat eşitliğinin ise herkese standart şartlarda eğitim imkânı sunmak değil, fertlere yetenekleri doğrultusunda başarı elde etme imkânını sunmak olduğu gözden uzak tutulmamalıdır.

Toplumda meydana gelen sosyal ve teknolojik gelişmelerin, eğitim sürecini direk etkilediği hesap edilerek, kendini sürekli yenileyen bir okul anlayışını hayata geçirmek lazımdır.

Öğrencinin okulu sahiplenmesinin yolunu, okulun etrafının yüksek duvar ve tellerle çevrilmesinde aramak yerine, öğrencide okula karşı aidiyet duygusunu geliştirecek uygulamalarda aramanın daha doğru olduğu akıldan çıkarılmamalıdır.

Okul, öğrenciyi istendik davranışların kazandırılmaya çalışıldığı bir nesne olarak görmek yerine, kendini keşfetme yolunda özgüven duygusu geliştirilmeye ve rehberlik yapılmaya çalışılan bir özne olarak algılamalıdır.

Okullar, öğretmenlerin öğrencilere sadece kuru kuruya bilgi aktardığı mekânlar olmaktan ziyade, kendi tecrübe ve bilgilerini birbirlerine aktararak mesleki gelişimlerini de diri tutabilecekleri mekânlar olmalıdır.

Türkiye’de son yıllarda bütçede eğitime ayrılan payın en fazla kalem olmasına rağmen, eğitim sisteminden istenilen verimin alınamamasının sebebinin, okulların hayatı bir bütün olarak kavrayamaması olduğu kabul edilmelidir.

Bugün okullarımızın asıl sorunun fiziki altyapı eksikliği olmaktan ziyade, öğrencilerin kendilerine güven duyacakları ve bu noktada kendilerini geliştirebilecekleri bir okul ikliminin olmayışı olduğu kabul edilmelidir.

Okulların en önemli kültür üretim merkezlerinden biri olduğu göz önünde bulundurularak milli bir eğitim sistemi oluşturulmalıdır.

Okulların ekonomik kültür üretim aşamasındaki rolü gözardı edilmeden, yetişen nesillere üretim ve tüketim alışkanlıkları kazandırma işlevi üzerinde önemle durulmalıdır. Çılgınca ve hızla yayılan üretmeden tüketim kültürü alışkanlığının önüne ilk önce okullarda geçilmeye çalışmalıdır.

Okullar, ne sadece insanın biyolojik ve bilişsel gelişimini ne de bireysel farklılıkları göz ardı eden ideolojik müfredat anlayışına dayandırılmadan, Türk toplumunun sosyo kültürel genetiğine göre oluşturulmuş bir pedagojik müfredat ile öğrencilerin karşısına çıkmalıdır.

Öğrenciyi sosyal çevresi ile bir bütün olarak ele alan ve hayatı da bu çerçevede anlamlı hale getirmeyi amaç edinen bir okul anlayışı eğitim sistemine hakim kılınmalıdır.

Okullar ülkemizdeki aile yapısından bağımsız olarak ele alınmamalıdır. Okullarda işleyen eğitim sistemi Türk aile yapısına entegre halde çalıştırmalıdır.

Okullara yönetici atanırken subjektifkriterleri esas alarak tanıdık insanların yönetici atandığı bir sistemde kronikleşmiş tanıdık sorunları çözmek mümkün değildir. Eğitimin ağır sorunlarını çözmek için ufku açık kendini yenilemeye müsait, risk alabilen lider yöneticilerin seçildiği objektif bir yönetici atama sistemi esas alınmalıdır.

Okullarda, ideolojik bakış açılarının dar kalıplarına sıkıştırılmış görev insanı vatandaş yetiştirme zihniyetinden uzak, insani değerler çerçevesinde kendini geliştirme kabiliyetini kazanmış erdemli vatandaş yetiştirme zihniyetini merkeze alan bir eğitim anlayışı esas alınmalıdır.


 Okunma Sayısı : 752         13 Kasım 2018