Yaklaşık iki yüz yıldır Batı’nın
teknolojik seviyesine ulaşmaya çalışıyoruz fakat bunu bir türlü
beceremediğimiz ortada. Acaba nerede hata yapıyoruz ki bunca zaman
geçmesine rağmen halen “gelişmiş ülkeler” içinde değilde
“gelişmekte olan ülkeler” safındayız. Hata, Batı’yı
çözümleyememek ve anlayamamakta yatmaktadır.
Her şeyden önce Batı’yı hükmedici
konuma getiren sürecin bilimsel zihniyet değişimi ile başladığını
tespit etmemiz gerekir daha sonrasında üretilen bilimsel bilginin
teknolojiye tevdi edilmesi ve günlük hayatta kullanılması,
kültürel, ekonomik, sosyal ve siyasal değişimleri beraberinde
getirmiştir. Bu süreçlerin akabinde Batı Ortaçağ’ın kendisi
için karanlık olan girdabına kurtulmuş ve hükmedici bir konuma
doğru ilerlemeye başlamıştır. Batı için bu süreç işlerken
Osmanlı zirvenin en tepesindeydi; fakat kendine olan güven duygusu
belirli bir aşamadan sonra olumsuzluk üretmeye başlamıştır.
Neticede Batı’nın gerisinde kalınmış ve o günden beri uzunca
bir süre Batı’yı çözümleyemedik ve anlayamadık.
Batı medeniyetini çözümlemeyi ilk
yapması gereken aydınlarımız “bilimsel zihniyet”, “bilimsel
bilgi” ve teknolojinin kullanılması ile şekillenen “Batı’nın
hayat tarzını” birbirinden ayırmakta akıl tutulmasına
saplanarak zihniyet bulanıklığı yaşamıştır. Aydınımız
Batı’nın, ilim ve tekniğinin onlar gibi yaşayarak elde
edebileceği yanılgısına kapılarak kendi değerlerine sırt
dönerken benliğini yitirdiğinin farkına varamamıştır. Madde
dünyasının ancak manayla mayalandığında, toprağın vatan,
bireyin insan ve kumaş parçasının bayrak haline geldiğini
unutmuştur. Böylece milli değerlerini şahsiyetleştirecek, ilmi
ve tekniği üretme noktasında yetiştirilmiş insan gücünden
mahrum olan büyük bir coğrafyanın kaderi sünnetullah gereği
alınamayan tedbire göre şekillenmiştir.
Bugün Osmanlı Devleti’nin çekilmek
zorunda bırakıldığı bölgede, onlarca devlet olmasına rağmen
mazinin hatırasının verdiği huzurun Kudüs örneğinde olduğu
gibi bomba sesleriyle kesildiği bir ortamda enkazların altından
çıkarılan yavruların cansız bedenlerini bağrına basan anaların
feryadına hangi yürek dayanabilir. Tüm bu acıların arka
planında, ilim ve teknoloji üretip, mana planında yoğuran bir
medeniyet anlayışı inşa edecek öncü beyinler yetiştirilmemesi
yatmaktadır. Evet yapılması elzem olan şey, yitik malımız olan
bilgiyi üretmek için harekete geçmektir. Yoksa birilerinden
hazırca teknoloji almanın sonu, bizi emir almaya kadar
götürecektir. O halde emir almak ya da zülüm altında inleyen
insanların manzarası karşısında tarihin bize yüklediği misyonu
yerine getirememenin vicdan azabı altında üzülmek istemiyorsak,
geleceğimizin teminatı nesillerimizi birer milli değeri olarak
yetiştirilmesini sağlayacak nitelikli bir eğitim anlayışının
hayata geçirmeye hız vermeliyiz. Bu süreç uzunca bir zaman
alabilir. Bir insan için otuz-kırk yıl gibi uzunca bir zaman da
olabilir ama bir devlet için bu süre çok uzun sayılmaz. Bu
nedenle eğitime önem vererek, geleceğimizi kurtarmanın
projelerini yaparak hayata geçirmekten başka çaremiz olmadığını
iyice idrak etmeliyiz. Şunu da bilmeliyiz ki, gönlü mahsun bütün
insanların gözü Anadolu’dadır ve kalbi burada atmaktadır. Zira
onlar da şunu iyi bilmektedir ki, inşallah yiğit düştüğü
yerden kalkacaktır.