Genel kanaate göre insanlarda istenilen davranışların ortaya çıkarılma sürecine "eğitim" denir. Toplumlar, bu süreci hem yetişen nesillerin hayat boyu işlerine yarayacak şeyleri elde ettiği, hem de toplumun kendi geleceğini garanti altına aldığı bir doğal akış olarak kabul eder. Bu doğal akışta yetişen nesillere eğitim vasıtasıyla kazandırılacak özelliklerin mahiyetini yetişkinler belirler. Dünyada 21 Yüzyıl'ın başlarından itibaren daha sağlıklı bir toplum hayatı için "değer eğitimi" politikaları uygulanmaya başlanmış, Millî Eğitim Bakanlığımızda bu sürece duyarsız kalmayarak, 2009 yılından itibaren değer eğitimini uygulamaya karar vererek harekete geçmiştir. MEB'in bu kararı çok yerinde olmuştur. Zira toplumun bekası için yetişen nesillere mutlaka "değer eğitimi" verilmelidir. 

İnsan çevresindekileri ve onların davranışlarını ile olayları ele alıp kıymet biçerken bir ölçü kullanır. Bu ölçülere "değer" denir. İnsan neyin iyi-kötü, doğru-yanlış, güzel-çirkin olduğuna hep elindeki değer yargılarına göre karar verir. Diğer bir ifadeyle değer, tercih etmektir. Değerlerimizin neler olduğunun ve toplumumuzun değerlerimizin farkındalığı hususunda ne durumda olduğu, üzerinde durulması gereken önemli bir konudur ve Millî Eğitim Bakanlığının konuya birinci elden taraf olması da sevindiricidir. Ancak bu konuda önemli ve ciddi adımların vakit geçirilmeden atılması gerekmektedir. Toplumumuzu değerlerimiz noktasında gözden geçirdiğimizde ana hatları ile aşağıdaki tespitleri yapabiliriz.

Birinci olarak, toplumumuzun en büyük eksikliği değerlerimizin farkında olmayışıdır. Diğer bir ifadeyle "değer bulanıklığı" yaşamasıdır. Bazen insanlar hayatlarında uyguladıkları değerleri bile ifade edememektedir. 

İkinci olarak, toplumumuzun fiiliyatındaki değerleriyle ifade ettiği değerler örtüşmemektedir. Yani "davranış-değer dengesizliği" vardır. Örneğin insanlar "Komşusu açken tok yatan bizden değildir” demesine rağmen, etrafındaki ihtiyaç sahiplerine duyarsız kalarak, varlık imkanlarını aşırı bir şekilde kendi sosyal ihtiyaçlarını kullanabilmektedir. 

Üçüncü olarak, toplumumuz benimsediği değerleri, gelecek tasavvurunda kullanmamaktadır. Yani "değer-gelecek tasavvuru dengesizliği" vardır. Geleceğine yönelik planlama yapanlar elindeki değerlerin, gelecek vizyonunun neresinde olduğunu iyi tahlil etmesi gerekir. Bir dengesizlik görüyorsa tamir yoluna gitmelidir. 

Son olarak, fertler değerlere uymayanları eleştirirken, iş kendine gelince sus-pus olmaktadırlar. Yani "eleştiri dengesizliği" vardır. İnsanların kendi vicdanlarında kaybettiği değerleri başkalarının vicdanlarında araması sağlıklı bir ruh hali değildir. Aynı zamanda beyhude bir arayıştır. Tıpkı Nasrettin Hoca’nın samanlıkta kaybettiği iğneyi sokak ışığının altına araması gibi. 

Netice itibariyle daha detaylı tespitler yapılabilir. Ancak yapılması gereken toplumumuzun iyi bir şekilde tahlil edilerek gerekli olan çalışmaların düzenlenmesi, elde edilen verilere göre Millî Eğitim Bakanlığının ders müfredatlarının içine "değer eğitimini" sindirerek yerleştirmesidir. Ancak o zaman nesillerimizi geleceğe değerlerimizle taşıyabiliriz. Gerek öğrencilere zorla aldırılan gerek öğretmenlere zorla verdirilen bir değer eğitiminden, verimli sonuç alınamayacağını da bilmek gerekmektedir. Zira değer eğitimi tarafların gönüllü ve istekli olmasıyla hayata geçirilebilecek bir eğitim sürecidir. Muhakkak olan şu ki toplumun bekası için "değer eğitimi" yetişen nesillerimize mutlaka verilmelidir. Bu noktada en büyük sorumluluk iki önemli kurum olan aile ve eğitim kurumuna düşmektedir.


 Okunma Sayısı : 650         13 Kasım 2018