İnsanlık tarihi, gelişimi açısından
ilkel, tarım, sanayi ve sanayi sonrası toplum olmak üzere dört
aşama geçirip günümüze ulaşmıştır. Bu aşamalardan birine
geçişteki standart değer insan zihninin üretti bilgilerin günlük
hayatta kullanılabilecek bir şekle dönüştürülmesi olmuştur.
Yani diğer bir ifade ile üretilen bilgilerin teknolojiye tevdi
edilmesi ile olmuştur. Buradan çıkan sonuç da teknolojinin özünün
insan zihninin mahsulü olduğudur. İşte bu mahsulü üreten insan
oğlunun zihniyetinin mahiyeti incelendiği zaman, dünyayı değerler
dizini ile anlamlandırdığı tespiti gözümüze çarpmaktadır.
İnsanoğlu açısından en önemli değerlerse “yüce değerlerdir”
ve bu değerlerin dayanağı “ahlaktır”. Ahlaki değerlerin
önemli kaynağı inanç sistemleridir. Tabi ki değerler sistemine
göre hareket eden bir zihniyetin üretti teknoloji, bu değerlerden
bağımsız hareket edemeyecektir.
Halbuki insanların ekseriyetinin
zihninde teknoloji denince, sadece maddi boyutta algılanan şeyler
akla gelmektedir. Bu aşamada unutulan nokta teknoloji üreten
insanların, manevi değerlerle kuşatılan bir varlık olduğu
gerçeğidir. Bu açıdan teknolojinin kuru kuruya sadece maddi
boyutunun değil manevi değerlerle alakalı olan boyutunun da
incelenmesi, ele alınması gerektiği hesaptan çıkarılmamalıdır.
Bu açıklamalar bize göstermektedir ki, teknoloji üretip ihraç
eden toplumlar, kendi değerlerini de diğer toplumlara aşılar ya
da en azından onların sistemlerini tarif ederek bozarlar.
Örneğin
Avusturalya’daki, Yir Young Kabilesi ilkel tarım la yaşamını
sürdürürken 19. Yüzyıl İngiliz misyonerleri ile
karşılaşmışlardır. Bu karşılaşma onların hayatında en
olumsuz dönemin başlangıcı olmuştur. Zira onların bir servetin
üstünde oturduğunu keşfeden bu misyonerler, hemen sömürü adına
harekete geçmişlerdir. Yapılması gereken şey basittir, oda
“yerin altındaki maden servetini elde etmek için bu kabilenin
birliği ve beraberliğim yok edilmesidir”. Tabi ki bu noktada
devreye teknoloji sokulur. Şöyle ki Yir Young Kabilesi yılın
belirli aylarında din adamlarının himayesinde bir daha çekilir,
orada topluca dini ibadetlerini yerine getirirken tarımda
kullandıkları taştan baltalarını dua eşliğinde bilerler. Bunu
tespit eden İngiliz misyonerler, kabilenin gençlerine el altından
çelik balta dağıtmaya başlarlar. Belirli bir süre sonra çelik
balataları alan gençler kabilenin törenlerine katılmaz oldular.
Çünkü taştan baltalarını bilmeye gerek kalmamıştır. Onların
artık uzun zaman körelmeyen keskin çelik baltaları vardır. Fakat
unuttukları şeyse birlik ve beraberliklerinin teminini sağlayan
törenlere katılmadıklarıdır. Dayanışmaruhu bu sayede zamanla
çözülen kabilenin misyonerlerce sömürülmesinin önünde artık
hiçbir engel kalmamıştır.
İşte örnekte görüldüğü gibi
basit bir teknolojik alet olan çelik baltanın nasıl değer bozucu
bir alet olarak kullanıldığı açık bir şekilde ortadadır.
Varın siz bugünkü teknolojik aletlerin nasıl manevi değerleri
tahrip edici bir alet olarak kullanılabileceğini hesap edin. Gerçek
olan şu ki teknoloji üreten toplumlar her zaman değer dayatılan,
hazır teknolojiyi tüketenlerse önlerine hep değer dayatılan
toplum konumunda kalmaya mahkûmdur.
Bu açıdan millet olarak yapmamız
gereken hızlı bilgi üretip bu bilgiyi pratik hayatta kullanılacak
bir teknolojik yapıya büründürmekten başka bir şey değildir.
Bu atılım da en önemli görevse Türk aydınına düşmektedir.
Merhum mütefekkir Erol Güngör Hocamızın ifadesiyle “bugün
milletini ve devletini seven Türk aydınının en önemli işlevi
milli kültürümüzü ilim ve teknolojiyle güçlendirme gayreti
olmalıdır”. İşte bu gayret eli çelik baltalı teknolojik
yamyamların, elimize tutuşturmaya çalıştığı baltaları
almamamıza, kendi baltalarımızı üretmemize ve sömürülmememize
katkı sağlarken, aynı zamanda da “Nizam-ı Alem” yolunda
“adalet, güven ve hoşgörü” esasına dayalı bir medeniyet
anlayışını inşa etmemize zemin hazırlayacaktır.