Öğrenmenin
mahiyeti nedir sorusu, insanoğlunun yüzyıllardır kafasını
yorduğu bir konudur. Öğrenmenin iki önemli unsuru insan ve
çevredir. İnsan çevresiyle girdiği etkileşim sonucunda duygu,
düşünce ve davranışında değişim sağlar ve bu değişime de
öğrenme denir. Bir eğitim sitemi hazırlanırken hem insan hem
çevre/mekân faktörü dikkate alınmalıdır. Bu çerçevede insan
boyutuna baktığımızda, eğitim sistemi öğrencilerin
kapasitesini ve bireysel farklılıklarını keşfederek, onlara
özgün gelişimlerini sağlayacak bir zemin hazırlayan mahiyette
olmalıdır. Dünyada son zamanlarda bu konuyla ilgili yapılan
araştırmalarda iki önemli yaklaşım ortaya konmuştur. Birincisi
öğrenmenin nasıl gerçekleştiğine dikkat çeken yapılandırmacı
yaklaşım (Constructivst approch), ikincisi insan zekasını yeniden
tanımlayan çoklu zeka yaklaşımı (Multiple intelligence). Bu iki
yaklaşımında ortak noktası bireysel farklılıkları ön plana
almasıdır.
Yapılandırmacı eğitim yaklaşımının
özünde, öğrencinin eğitim sürecinde kendine sunulan bilgileri
geçmiş deneyimleri, bakış açısı, duygu ve düşünceleri ile
yorumlaması vardır. Yani öğrencinin yeni elde ettiği bilgileri,
elindeki bilgilerin üzerine yerleştirebilecek yapılandırmacı bir
zihniyete kavuşturularak yetiştirildiği bir eğitim süreci
hedeflenir. Böylece öğrenci öğrenme sürecine aktif olarak
katılmış olacaktır. Yapılandırmacı eğitim yaklaşımı ile
fertlerin farklılıkları törpülenmeden, standart tek tip öğrenci
geliştirme yerine, bireysel farklılıklara önemseyen ve özgün
gelişime fırsat veren eğitim anlayışına geçilecektir. Aynı
şekilde herkesin beyin yapısı ve algılama düzeyinin farklı
olması, öğrenme düzeylerinin de farklı olmasına yol açar, bu
nedenle konular ve dersler, bu farklı zekâ türleri dikkate
alınarak hazırlanmalı ve işlenmelidir diyen, çoklu zekâ
yaklaşımı da aynı noktaya dikkat çekmektedir. Yapılandırmacı
yaklaşım ile çoklu zekâ yaklaşımı eğitim anlayışı
noktasında bir bütünün mütemmim cüzü gibidir.
Son
dönemlerde ülkemizdeki eğitim sisteminde ve müfredatında bu iki
yaklaşım dikkate alınarak bir eğitim anlayışına geçiş için
sınırlıda olsa bir gayret olduğu gözükmektedir. Ancak bu iki
yaklaşımın eğitim sistemimizde hayat bulmasındaki en önemli
unsur öğretmen faktörüdür. İlk önce öğretmen hem yaşadığı
toplumu ve değerlerini bilmeli, bu kapsamda öğrenciyi tahlil
edebilecek çerçeveye sahip olmalı hem de farklı duygu, düşünce
ve bireysel kapasiteye sahip öğrencilere farklı metotlarla
yaklaşım sağlayabilecek bir mesleki donanıma sahip olmalıdır.
Yani öğretmen tüm bu mesleki donanımı elde edebileceği bir
eğitim sürecinden geçerek yetiştirilmelidir. Ancak bugün
üniversitelerin koridorları ile kpss kurslarının merdivenleri
arasında sıkıştırılmış bir öğretmen adayı profili ile
tarifi yapılan öğretmenin yetiştirilmesi zor
gözükmektedir.
Netice itibariyle yapılması gereken
şudur: Ana sınıfına başlayarak örgün eğitime ayak basan
çocuklarımızın, bu süreçle birlikte bireysel farklıklarını
tespit etmeye başlayan bir ölçme ve değerlendirme kriterlerinin
belirlendiği ve işlediği bir sistemin inşa edilmesi, buna paralel
olarak elde edilecek verilerle eğitim sunabilecek mahiyette
öğretmenlerin yetiştirilmesi. Tüm bunlar yapılırsa
yapılandırmacı yaklaşım ve çoklu zekâ yaklaşımıyla
meczedilmiş bir eğitim anlayışına geçilmiş olacaktır.